27 Kasım 2008 Perşembe

"KÜRTLERE ÖZERKLİK"

ATATÜRK, “Kürt”lere özerklik sözü verdi mi?
Verdi.
Peki “Kürt”lere özerklik tanıdı mı?
Hayır!

Öyleyse (en kaba tabiri ile yada “ATATÜRK Düşmanları”nın bile sormaya cesaret edemedikleri bir üslupla biz soralım) bu bir “İkiyüzlülük değil midir?
Değildir?
Neden değildir?
Çünkü ATATÜRK’ün “Kürt”lere özerklik sözü verdiği dönem (Kurtuluş Savaşı yılları) ve o dönemin (emperyalist anlamda “millet”,milliyet”,”milliyetçilik” anlayışından kaynaklanan) özgün koşullarına göre “Kürt”lerin özerklik hakkı olduğu doğrudur.
Ancak ATATÜRK’ün, (Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş döneminde) Emperyalist Milliyetçilik anlayışına karşı geliştirmiş ve yeni Türk devletinin kuruluş felsefesi haline getirmiş olduğu “Ulusçuluk” anlayışı “Kürt”ler için özerkliği hak olmaktan çıkarmıştır.
Nasıl?
Bir milletin özerkliği yâda genel olarak “Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkı” kapsamında “milli irade”lerine dayanarak yapacakları/yapabilecekleri tercihlerin tümü klasik yani Emperyalist “millet”,”milliyet”,”milliyetçilik” politikaları bakımından bir değer ifade eder.
Emperyalist “millet”,”milliyet”,”milliyetçilik” politikalarının egemen olmadığı bir ortamda ve daha farklı –ve özellikle ona karşı- koşullarda etnik kimlikler üzerinden hak iddia etmek, kişi hak ve özgürlükleri yâda bir toplumun veya topluluğun ortak hak ve menfaatlerini savunmak olamayacağı gibi oldukça yanlış bir yaklaşım hatta suç unsuru bile sayılabilir.
Örneğin Marksist-Leninist ideolojinin “UKKTH” (Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkı) konusundaki tutumu incelendiğinde görülecektir ki, Marksist-Leninistler sömürge ve yarı sömürge ülkelerde yaşayan milletlerin “UKKTH” kapsamında verdikleri milliyetçi mücadeleleri “ilerici” olarak nitelendirirken, aynı talebin sosyalist bir ülkede değil bir mücadeleye konu edilmesini, dillendirilmesini yani söz konusu yapılmasını bile “gerici”lik sayarlar.
Nitekim Sovyetler Birliği, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalist devletlerce işgal edilen sömürge ülkelerde UKKTH’nı destekleyip, başta Türkiye’de olmak üzere bu ülkelerde verilen Kurtuluş Savaşlarına maddi manevi katkıda bulunurken, Gürcistan’ın aynı haktan yararlanarak Sovyetler Birliğinden bağımsız bir devlet olma talebini kanla bastırmış ve dahası bu ülkeyi işgal etme yoluna gidebilmiştir.
Sovyetler Birliği’nin görünürde çelişkili sayılabilecek bu tutumu sosyalizmin kuruluş felsefesini tamamen kapitalizm karşıtlığına olduğu gibi “millet” yâda “ulus” faktörüne değil “sınıf” faktörüne dayandırmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla kendi içinde tutarlıdır. Ve sonuçta doğruluğu tamamen Sovyetler Birliğinin kendi doğrusu sayılsa bile –özellikle SSCB’nin iç hukuku kapsamında değerlendirilerek- doğru kabul edilmesi gerekir.
İşte tıpkı bunun gibi Kemalizm, “millet”,”milliyet” ve “milliyetçiliğe” yaklaşımını Emperyalizmin “millet”,”milliyet” ve “milliyetçilik” anlayışından farklı bir kalıba sokarak “Kürt”lerin yâda genel olarak “Anadolu Ahalisi”ni oluşturan tüm etnik unsurların başta “özerklik” olmak üzere onların “etnik kimlik”leri üzerinden talep edebilecekleri tüm hakları hak olmaktan çıkarmıştır.
Kemalizm’in Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sürecinde Misak-ı Milli sınırları içinde yeni bir “ulus” ve “ulusçuluk” anlayışı oluşturulması için “Anadolu Ahalisi”ne sunduğu bir “zımni” anlaşma kapsamında da değerlendirilebilecek bu yaklaşımı, Anadolu halkını oluşturan tüm “millet”lerin birliği ve kardeşliği düşüncesine dayanır.
Özetle, Kemalizm Türkiye’de etnik farklılıkları tamamen ortadan kaldıran bir “Ulus” ve “Ulusçuluk” anlayışı geliştirerek Anadolu halklarına Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından öte özerklik yâda başka her hangi bir hak veya özgürlük gerektirmeyecek bir özdeşlik kazandırmıştır.
“Kurtuluş dönemi”nde “Kürt”lere verilen özerklik sözünün “kuruluş dönemi”nde yerine getirilmemiş olmasının nedeni budur.

1 yorum:

yeterlanartik dedi ki...

Abi gerçekten bilgilendirici yazılar..Çok teşekkürler...

Caner