28 Kasım 2008 Cuma

27 Kasım 2008 Perşembe










ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

“Atatürk Milliyetçiliği” ; Türkiye’de Kemalizm’in “Ulusçuluk” anlayışı yani “Çağdaş Türk Milliyetçiliği” politikası yerine kullanılan bir ifadedir.
Özellikle “Irkçı (klasik yâda emperyalist) faşist Milliyetçilik” anlayışına karşı “Biz Atatürk Milliyetçiyiz” söylemi ile sık-sık dile getiriliyor olmasına karşın, çoğu kişi “Klasik/emperyalist/Irkçı Faşist Milliyetçilik” anlayışı ile “Atatürk Milliyetçiliği” olarak ifade edilen “Kemalizm’in Çağdaş Türk Milliyetçiliği/Ulusçuluk” anlayışı arasındaki farkı yeterince ortaya koyup özellikle gençlerimizi bu konuda aydınlatamıyor yâda aydınlatmıyorlar.
“Ulusçuluk” Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin en önemli faktörlerinden biri olan “Ulus”a (Türk ulusuna) dayanır.
Genellikle öyle sanıldığı yâda birilerince hep öyle gösterilmeye çalışıldığı gibi “ulus = millet” demek değildir.
Bizzat ATATÜRK tarafından Türkçeye kazandırılan “Ulus” kelimesi bize Moğol dilinden geçmekle birlikte esasen Orta Asya Türk uygarlıklarına ait Türk dilinden türetilmiş bir ifadedir.
Aslı “Uluş” olup Moğol dilinde (“ş” harfi olmaması nedeni ile) “Ulus”a dönüşen bu kelimeye, “Eski Türk Tarihi”nin ilk yazılı metinlerinden Kül Tigin Abidesi'nin kuzey cephesinde rastlanılmaktadır. Millet karşılığında değil, halk karşılığında bir kelime olarak kullanılmıştır.
Nitekim Kül Tigin Abidesi'nde geçen: 'Bu kara uluş' deyiminin “Buhara Halkı”nı/Buhara’da yaşayan insanları ifade ettiği başta Prof.Dr. Muharrem ERGİN olmak üzere birçok dil bilimci ve diğer bilim insanları tarafından tespit edilerek doğruluğunun kanıtlandığını görüyoruz.
Tıpkı bunun gibi “Uluş” sözcüğünün bu ifadesine uygun olarak Moğol dilindeki anlamının da “Moğol İmparatorluğuna bağlı klanların/kabilelerin/aşiretlerin/boyların/soyların/milletlerin birliği” olduğu anlaşılmaktadır.
Bu konunun daha da aydınlığa kavuşması için Orta Asya Türklerinin bu günkü “Millet” sözcüğünün karşılığı olarak “Budun” sözcüğünü kullandıklarını da ayrıca belirtmeye gerek var mı bilmiyorum.
Göktürkler de “millet” anlamına gelen “budun” kelimesi, Orhun abidelerinde bulunan dokuz yüzden fazla kelime arasında en çok kullanılan ifade olup, Kül Tigin Abidesi'nde: 87, Bilge Kağan Abidesi'nde 107, Tonyukuk Abidesi'nde ise 29 defa kullanılmıştır. Yani 900 küsur kelimelik üç abidede 223 kere budun (millet) kelimesi ile karşılaşılır.
Yinelemek ve tekrar anımsatmak gerekirse “Uluş” sözcüğü ise sadece Kül Tigin Abidesi'nde bir yerde geçer ve bir “millet”i değil bir bölgede yaşayan halkı ifade eder.
Kemalizm’in “Ulusçuluk” (Çağdaş Türk Milliyetçiliği) politikasının merkezinde bulunan “Ulus” anlayışı da işte bu uluş/ulus deyiminin Kültigin Abidesinde ve Moğol dilinde ifade ettiği anlamdan farklı bir anlam ifade etmez.
Kemalizm “Ulus”u, “Cumhuriyeti kuran Türkiye Ahalisi”ni tanımlamak için kullanmıştır.
Bunu daha açık bir şekilde ifade edecek olursak “Ulus”un çağdaş Türk dilindeki anlamı :”Cumhuriyeti kuran Türkiye halkının yani Türkiye halkını oluşturan çeşitli milletlerin/aşiretlerin/soyların birliği”dir. Dahası hani şu çoğumuzun değil ifade etmeye işitmeye bile tahammül edemediği “Halkların kardeşliği” söylemi var ya! İşte bire bir onunla aynı anlama gelir.
Nitekim ATATÜRK, “Türk Ulusu”nu tanımlarken bu konuda hiçbir kavram yâda anlam kargaşasına veya herhangi bir tartışmaya mahal bırakmayacak bir açıklıkla “Kurtuluş Savaşımızı zaferle taçlandırarak, Cumhuriyeti kuran Türkiye Ahalisi’ne Türk ıtlak olunur (denir)” diyerek işte bu gerçeği dile getirmiştir.
Aynı zamanda 1924 “Teşkilât-ı Esasîye” (Anayasa) kanunun en önemli maddelerinden biri haline getirilen bu tanıma göre kime/kimlere Türk dendiği açıktır.
1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’ndaki bire bir ifadesiyle “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla ‘Türk’ ıtlak olunur (denir)” tanımından açıkça anlaşılacağı gibi, Kemalizm “Ulus”a ve dolayısıyla “Ulusçuluk”a (Milliyetçiliğe) yaklaşımında din ve ırk gibi unsurları dışlamıştır. Türklüğü, bir “coğrafi unsur” (Türkiye ahalisi ) bir de “hukukî unsur” (vatandaşlık bağı) ile tanımlamıştır.
Bu gerçek ortadayken bugün ulusumuzu, 84 yıl önce alternatifini geliştirdiğimiz emperyalist milliyetçilik politikalarına uygun bazı etnik ayrımlara konu edip “Türkiye Halkı”nı; “Türk”, ”Kürt”, ”Çerkez”, ”Laz” vb. isim ve unvanlarla yeniden tanımlayarak Cumhuriyet Devriminin Ulus mantalitesini hiçe sayanların “Ben Atatürk Milliyetçisiyim” demeye hakları yoktur.
Kemalizm’in “Ulus” ve “Ulusçuluk” anlayışına rağmen Türkiye’de “Türk Ulusu”ndan farklı bir “millet” tanımı yapanlar ve dolayısıyla Türkiye’de Türk ulusundan farkı millet ya da milletlerin varlığını kabul edenler gerçekte “Atatürk Milliyetçileri” değil tam aksine “Atatürk ve Cumhuriyet Devrimi Düşmanları”dır.

"KÜRTLERE ÖZERKLİK"

ATATÜRK, “Kürt”lere özerklik sözü verdi mi?
Verdi.
Peki “Kürt”lere özerklik tanıdı mı?
Hayır!

Öyleyse (en kaba tabiri ile yada “ATATÜRK Düşmanları”nın bile sormaya cesaret edemedikleri bir üslupla biz soralım) bu bir “İkiyüzlülük değil midir?
Değildir?
Neden değildir?
Çünkü ATATÜRK’ün “Kürt”lere özerklik sözü verdiği dönem (Kurtuluş Savaşı yılları) ve o dönemin (emperyalist anlamda “millet”,milliyet”,”milliyetçilik” anlayışından kaynaklanan) özgün koşullarına göre “Kürt”lerin özerklik hakkı olduğu doğrudur.
Ancak ATATÜRK’ün, (Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş döneminde) Emperyalist Milliyetçilik anlayışına karşı geliştirmiş ve yeni Türk devletinin kuruluş felsefesi haline getirmiş olduğu “Ulusçuluk” anlayışı “Kürt”ler için özerkliği hak olmaktan çıkarmıştır.
Nasıl?
Bir milletin özerkliği yâda genel olarak “Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkı” kapsamında “milli irade”lerine dayanarak yapacakları/yapabilecekleri tercihlerin tümü klasik yani Emperyalist “millet”,”milliyet”,”milliyetçilik” politikaları bakımından bir değer ifade eder.
Emperyalist “millet”,”milliyet”,”milliyetçilik” politikalarının egemen olmadığı bir ortamda ve daha farklı –ve özellikle ona karşı- koşullarda etnik kimlikler üzerinden hak iddia etmek, kişi hak ve özgürlükleri yâda bir toplumun veya topluluğun ortak hak ve menfaatlerini savunmak olamayacağı gibi oldukça yanlış bir yaklaşım hatta suç unsuru bile sayılabilir.
Örneğin Marksist-Leninist ideolojinin “UKKTH” (Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkı) konusundaki tutumu incelendiğinde görülecektir ki, Marksist-Leninistler sömürge ve yarı sömürge ülkelerde yaşayan milletlerin “UKKTH” kapsamında verdikleri milliyetçi mücadeleleri “ilerici” olarak nitelendirirken, aynı talebin sosyalist bir ülkede değil bir mücadeleye konu edilmesini, dillendirilmesini yani söz konusu yapılmasını bile “gerici”lik sayarlar.
Nitekim Sovyetler Birliği, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalist devletlerce işgal edilen sömürge ülkelerde UKKTH’nı destekleyip, başta Türkiye’de olmak üzere bu ülkelerde verilen Kurtuluş Savaşlarına maddi manevi katkıda bulunurken, Gürcistan’ın aynı haktan yararlanarak Sovyetler Birliğinden bağımsız bir devlet olma talebini kanla bastırmış ve dahası bu ülkeyi işgal etme yoluna gidebilmiştir.
Sovyetler Birliği’nin görünürde çelişkili sayılabilecek bu tutumu sosyalizmin kuruluş felsefesini tamamen kapitalizm karşıtlığına olduğu gibi “millet” yâda “ulus” faktörüne değil “sınıf” faktörüne dayandırmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla kendi içinde tutarlıdır. Ve sonuçta doğruluğu tamamen Sovyetler Birliğinin kendi doğrusu sayılsa bile –özellikle SSCB’nin iç hukuku kapsamında değerlendirilerek- doğru kabul edilmesi gerekir.
İşte tıpkı bunun gibi Kemalizm, “millet”,”milliyet” ve “milliyetçiliğe” yaklaşımını Emperyalizmin “millet”,”milliyet” ve “milliyetçilik” anlayışından farklı bir kalıba sokarak “Kürt”lerin yâda genel olarak “Anadolu Ahalisi”ni oluşturan tüm etnik unsurların başta “özerklik” olmak üzere onların “etnik kimlik”leri üzerinden talep edebilecekleri tüm hakları hak olmaktan çıkarmıştır.
Kemalizm’in Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sürecinde Misak-ı Milli sınırları içinde yeni bir “ulus” ve “ulusçuluk” anlayışı oluşturulması için “Anadolu Ahalisi”ne sunduğu bir “zımni” anlaşma kapsamında da değerlendirilebilecek bu yaklaşımı, Anadolu halkını oluşturan tüm “millet”lerin birliği ve kardeşliği düşüncesine dayanır.
Özetle, Kemalizm Türkiye’de etnik farklılıkları tamamen ortadan kaldıran bir “Ulus” ve “Ulusçuluk” anlayışı geliştirerek Anadolu halklarına Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından öte özerklik yâda başka her hangi bir hak veya özgürlük gerektirmeyecek bir özdeşlik kazandırmıştır.
“Kurtuluş dönemi”nde “Kürt”lere verilen özerklik sözünün “kuruluş dönemi”nde yerine getirilmemiş olmasının nedeni budur.