Ulusal Kurtuluş Savaşımızın önderi ve Cumhuriyet devletimizin kurucusu büyük insan Atatürk 70 yıl önce bugün gözlerini yaşama kapamıştı.Ne var ki bugün Atatürk üzerine tartışmalar yoğunlaşmıştır.Bu olguyu doğal mı saymalıyız?*Doğal saysak bile bir temel gerçeğin altını çizmek zorundayız. Atatürk üzerine tartışmalar iki kavram göz ardı edilerek yapılırsa kasıtlı bir amaca hizmet edebilir.Bu iki temel kavram nedir?Emperyalizm..Ve Aydınlanma..Bu iki sözcük Atatürk’e ilişkin değerlendirmeleri tartabilmek için yol göstericidir; gerekli tarihsel kültürü ve teraziyi oluşturur.Ne yazık ki günümüzde yaşanan Atatürk tartışmalarında bu iki tarihsel ve bilimsel kavramın kasten üstü örtülmektedir.*Aydınlanma tarihi Batı’da beş yüzyıllık bir geçmişe sahiptir.Martin Luther’den başlayan, Hümanizma ve Rönesans’la süregelen tohumlanmadan sonra bilimselliği öne çıkaran, sanayileşmeyle altyapısını kazanan Aydınlanma, laikliği benimseyen toplumlarda demokrasinin gerçekleşmesini sağlamıştır.Mustafa Kemal Atatürk bu koskoca tarihi, bir devrimle, -sanayi altyapısı olmayan- Anadolu’da gerçekleştirme hedefine bağlanmış bir liderdir.Laik Cumhuriyetin kuruluşunda sivil-asker bürokratların ve aydınların öncülüğü bir zorunluktu.Osmanlının şeriat düzenini aşarak laik hukuk yapısını kazanması demokratik Cumhuriyet devleti için kaçınılmazdı.*Bu atılım, ancak tek partili bir iktidarla gerçekleştirilebilirdi.Aydınlanmış Avrupa’da, demokratik tarihsel mirası benimsemiş laik bir toplumda, tek parti faşizm demektir.Ancak şeriat yasalarını benimsemiş ve Aydınlanmamış bir azgelişmiş ülkede laik içerikli yasaları tek partiyle devlet düzenine dönüştürmek bir demokratik devrimdir.Bu devrimin lideri Atatürk, emperyalizmin Sevr Antlaşması’yla paylaşmak istediği Anadolu’da ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın lideri olduğu için iki olguyu birden gerçekleştirebildi:Kurtuluş..Ve kuruluş.*Atatürk ölümünden 70 yıl sonra bile bu kadar benimseniyor ve seviliyorsa, toplumun şuuruna aşılanmış tarihsel bilinçten söz edilebilir; inanıyoruz ki halkımız Mustafa Kemal’in anlamını onun gerçek kişiliğiyle özdeşleştirecek bir sağduyunun mirasçısı ve sahibidir.Ancak yine toplumsal ve bilimsel bir gerçektir ki, her devrim, toplumda karşıdevrim eğilimlerini de yaratır.Bugün ülkemizdeki karşıdevrim eğilimleri emperyalistler tarafından desteklenen bir süreç yaşıyoruz; dünyanın süper gücü Amerika’nın “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında Türkiye’ye yönelik “Ilımlı İslam Devleti Modeli” öngörüsü artık kimsenin meçhulü değildir ve pratikte bir hayli mesafe almıştır.Günümüzde Atatürk tartışmalarının yoğunlaşması da bu ortamda ve süreçte değerlendirilmelidir.*Türkiye, Atatürk devrimi sayesinde, İslam dünyası kapsamında tek laik ve demokratik Cumhuriyet olabilme onurunu kazanmıştır.Ancak toplumdaki karşıdevrim sürecini göz ardı etmek de çok sakıncalıdır.Karşıdevrim yalnız sivil kesimde mayalanmaz ve çok partili rejimde boy göstermez; bu yolda Türkiye çok kötü bir dönem yaşamış, ülke 12 Eylül rejiminde Atatürkçülük edebiyatı ve görüntüsüyle gerçek kimliğini örtmeye çalışan bir askeri cuntanın güdümünde ıstırap çekmiştir.O dönemde Başyazarımız Nadir Nadi’nin “Ben Atatürkçü Değilim” adlı başyazısı tarihsel gerçeği sergiliyordu.Bugün çok partili rejimde karşıdevrim siyasetiyle birlikte Atatürk düşmanlığı da üstü açık ya da örtülü biçimde yürütülmektedir.*Cumhuriyet Türkiyesi uygarlık sınavını verebilecek midir?Demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ koşulu laiklik korunabilecek midir?Avrupa’da laiklik ve demokrasinin beşyüz yıllık kanlı bir tarihsel süreci var.Olaya bu açıdan bakılınca Atatürk’ün ölümünden bu yana geçen 70 yıl kısa bir zaman dilimi gibi görülebilir.Ancak tarih 21’inci yüzyılda eskisine oranla çok hızlı yaşanıyor.Biz 20’nci yüzyılda ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı vermiş ve ilk demokratik devrimi gerçekleştirmiş Anadolu’da Atatürk’e layık değerlerin savunulacağına ve sürdürüleceğine inanıyoruz.Atatürk’ü ve uygarlık savaşımını anlamış olanlar, bu yolda el ele verebilirlerse, üstesinden gelinemeyecek bir sorun ve engel yoktur.
10 Kasım 2008 - Cumhuriyet
11 Kasım 2008 Salı
ÇARE KEMALİZM
Türkiye’de “Türk”ten öte “Ulus” varlığı ileri sürmek,”Türk Ulusu”ndan başka bir “Ulus Kimliği” tanımak yâda tanımlamak bölücülüktür.
Aynı zamanda (hatta her şeyden önce) Kemalizm’e ve Laik-Demokratik Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine ihanet anlamına gelen bu yaklaşımın kim yâda kimler tarafından ortaya koyulduğunun da hiçbir önemi yoktur.
Çünkü “Bölücülük”ün ve “İhanet”in tarafı olmaz.
Bu anlamda bölücülüğü örneğin DTP’liler yaparsa bölücülüktür, MHP’liler yaparsa bu bir bölücülük tutumu sayılamaz yâda bu anlamda bir ihaneti AKP yaparsa ihanettir ama CHP yaparsa bu bir ihanet olarak değerlendirilemez gibi bir yaklaşım olabilir mi?
Türkiye’de “Türk”ten başka “Ulus” yoktur.
Bunun anlamı şudur; Türkiye’de ATATÜRK'ün yapmış olduğu "Türk Tanımı" dışında kalan "azınlık statüsünde" başka hiçbir milletten söz edilemez.
Ne "Kürt" var bu ülke de, ne “Çerkez”, ne "Zaza", ne "Boşnak" ne de "Laz", ne "Arnavut", ne "Gürcü", ne "Arap".. Anadolu Ahalisi, "Türk"ü, "Kürt"ü, "Çerkez"i, "Zaza"sı, "Boşnak"ı, "Arnavut"u ,"Gürcü"sü, "Arap"ı, "Pomak"ı, "Hemşinler"i ve hatta "Rum"u, "Ermeni"si ve dolayısıyla "Sünni"si, "Alevi"si, "Hıristiyan"ı, "Yahudi" si ile "Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ulusun evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır." İşte Ulu Önder ATATÜRK’ün etnik ayrımcılığa ve bölücülüğe dayalı Emperyalist Milliyetçilik doktrinlerine karşı geliştirdiği “Çağdaş Türk Ulusçuluğu” bu mantaliteye dayanır.
Bu ya da böyle bir yaklaşım, her insanın belli bir etnik veya soysal kimliği olduğu ve bu özelliklerinden doğru kendilerince bir övünç duyma hakları bulunduğu gerçeğini inkâr etmek anlamına gelebilir mi? Kemalizm'in etnik kimlikleri yok sayma/yoksama anlayışı bu anlamda nihilist (inkârcı) bir politika değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti insanların kişisel gerçeklerine ilişkin bu vasıflarını görmez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ulusal sınırları ve idaresi altında yaşayıp nüfusunu teşkil eden insanlara baktığında "Türk", "Kürt", "Çerkez", "Zaza", "Boşnak", "Arnavut" ,"Gürcü", "Arap", "Pomak", "Hemşinler" ,"Rum", "Ermeni" vb değil ; "VATANDAŞ" görür ; "HALK" görür..
Şimdi gelelim bu konunun bir başka boyutuna.
Bu yaklaşımdan da açıkça anlaşılacağı gibi “Kemalizm’in Çağdaş Türk Ulusçuluğu” günümüzde özellikle bazı siyasi partilerin savunduğu –biraz önce de ifade ettiğimiz gibi- etnik ayrımcılığa ve bölücülüğe dayalı Emperyalist milliyetçilik politikalarının etkisindeki “Klasik Türk Milliyetçiliği” anlayışı ile bağdaştırılamaz.
ATATÜRK’ün geliştirmiş olduğu ve dolayısıyla Kemalizm’in “milliyetçilik”e yaklaşımını diğer ideolojilerin milletçilik anlayışlarından ayıran “Çağdaş Türk Ulusçuluğu”, millet mefhumuna değil “Ulus” gerçeğine dayanır.
Çoğu kimse tarafından öyle sanıldığı yâda özelikle ATATÜRK’ün ölümünden sonra özellikle öyle gösterilmeye çalışıldığı gibi “Millet”le “Ulus” aynı anlama gelmez.
Dolayısıyla “Ulus”un, TDK tarafından “Millet” deyimini karşılamak üzere üretilmiş bir yeni deyim olup “Ulus = Millet” olduğu savı da doğru değildir.
Moğolca'dan dilimize bizzat Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kazandırılan "Ulus"un Moğol dilindeki anlamı; "Moğol imparatoruna (devletine) tabi olan halklar, kabileler (milletler) birliği" demektir. Buna göre "Türk Ulusu"nun tanımı; Türkiye Cumhuriyeti devletine bağlı halklar, milletler birliğidir. Yani bu tanımın anlamı, hani pek çoğumuzun bunu işittiğimizde ayağa fırladığımız ve öfke ile karşıladığımız; "Halkların kardeşliği" deyimi var ya! İşte bire-bir böyle bir birliği ve kardeşliği dile getirir.
Hal böyle olunca, ATATÜRK’ün, Emperyalist işgale karşı Kurtuluş Savaşımızı zaferle taçlandırarak Cumhuriyeti kuran “Anadolu Ahalisi”ni “Türk Ulusu” adı altında bir potada eritip birleştiren ve çağdaş, Laik-Demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşları olarak birbirine eşitlemenin ötesinde aynılaştıran bu yaklaşımına karşı bu gün Türkiye’de “Türk”ten öte bir ulusun varlığını iddia veya ifade eden her kim yâda hangi kurum veya kuruluş olursa olsun onların bu tutumu ulusumuzun birliğine, vatanımızın bölünmez bütünlüğüne karşı yapılan bir düşmanlıktan öte anlam taşımaz.
Nitekim Türkiye’de özellikle son 25-30 yıldır, her geçen yıl etkinliği artan bir şekilde sürdürülen bu düşmanlık günümüzde meyvelerini vermeye başlamıştır.
Vatanımız ve ulusumuz hızla telafisi mümkün olmayan bir iç savaş’a doğru sürükleniyor.
Emperyalizmin Türk Ulusunun dirliğini ve birliğini bozarak Türk Vatanını bölmekle ilgili neredeyse yüz yıllık hasletini nihayet gerçekleştirme aşamasına getirdiğini üzülerek söyleyebileceğimiz bu süreçte, yüz yıllar boyunca barış içerisinde bir arada yaşamış insanlar birbirine kırdırılmaya çalışılıyor. Vatan, Bayrak ve Hürriyet için Yemen’de, Galiçya’da, Kafkafya’da, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da omuz-omuza çarpışıp oluk-oluk kanlarını akıtmış aynı mezarlarda kefensiz kucak kucağa yatan dedelerin torunlarını birbirine boğdurulmaya çalışılıyor.
“Dahili ve Harici Düşmanlar”ımızın ulusumuzun birliğini ve dirliğini bozmaya yönelik sinsi planlarını birkaç on yıla yayarak sistemli bir şekilde –ne yazık ki- kısmen de olsa amaçlarına ulaştıkları bu noktada artık neredeyse kaçınılmaz hale gelmekte olan “o acı akıbet”le karşı karşıya kalmak, yani bu ülke de kardeş kanı dökülmesini istemiyorsak Türk Ulusu’nun varlığını borçlu olduğu ideolojiye/Kemalizm’e dört elle sarılmamız gerekmektedir.
Türkiye’yi tıpkı Kurtuluş Savaşımızdan sonra olduğu gibi yeniden ulusal birliğe kavuşturup, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü koruyabilmemizin bu ülkede Kemalist ideolojinin iktidarını ve mutlak egemenliğini sağlamaktan başka yolu yoktur.
Aynı zamanda (hatta her şeyden önce) Kemalizm’e ve Laik-Demokratik Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine ihanet anlamına gelen bu yaklaşımın kim yâda kimler tarafından ortaya koyulduğunun da hiçbir önemi yoktur.
Çünkü “Bölücülük”ün ve “İhanet”in tarafı olmaz.
Bu anlamda bölücülüğü örneğin DTP’liler yaparsa bölücülüktür, MHP’liler yaparsa bu bir bölücülük tutumu sayılamaz yâda bu anlamda bir ihaneti AKP yaparsa ihanettir ama CHP yaparsa bu bir ihanet olarak değerlendirilemez gibi bir yaklaşım olabilir mi?
Türkiye’de “Türk”ten başka “Ulus” yoktur.
Bunun anlamı şudur; Türkiye’de ATATÜRK'ün yapmış olduğu "Türk Tanımı" dışında kalan "azınlık statüsünde" başka hiçbir milletten söz edilemez.
Ne "Kürt" var bu ülke de, ne “Çerkez”, ne "Zaza", ne "Boşnak" ne de "Laz", ne "Arnavut", ne "Gürcü", ne "Arap".. Anadolu Ahalisi, "Türk"ü, "Kürt"ü, "Çerkez"i, "Zaza"sı, "Boşnak"ı, "Arnavut"u ,"Gürcü"sü, "Arap"ı, "Pomak"ı, "Hemşinler"i ve hatta "Rum"u, "Ermeni"si ve dolayısıyla "Sünni"si, "Alevi"si, "Hıristiyan"ı, "Yahudi" si ile "Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ulusun evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır." İşte Ulu Önder ATATÜRK’ün etnik ayrımcılığa ve bölücülüğe dayalı Emperyalist Milliyetçilik doktrinlerine karşı geliştirdiği “Çağdaş Türk Ulusçuluğu” bu mantaliteye dayanır.
Bu ya da böyle bir yaklaşım, her insanın belli bir etnik veya soysal kimliği olduğu ve bu özelliklerinden doğru kendilerince bir övünç duyma hakları bulunduğu gerçeğini inkâr etmek anlamına gelebilir mi? Kemalizm'in etnik kimlikleri yok sayma/yoksama anlayışı bu anlamda nihilist (inkârcı) bir politika değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti insanların kişisel gerçeklerine ilişkin bu vasıflarını görmez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ulusal sınırları ve idaresi altında yaşayıp nüfusunu teşkil eden insanlara baktığında "Türk", "Kürt", "Çerkez", "Zaza", "Boşnak", "Arnavut" ,"Gürcü", "Arap", "Pomak", "Hemşinler" ,"Rum", "Ermeni" vb değil ; "VATANDAŞ" görür ; "HALK" görür..
Şimdi gelelim bu konunun bir başka boyutuna.
Bu yaklaşımdan da açıkça anlaşılacağı gibi “Kemalizm’in Çağdaş Türk Ulusçuluğu” günümüzde özellikle bazı siyasi partilerin savunduğu –biraz önce de ifade ettiğimiz gibi- etnik ayrımcılığa ve bölücülüğe dayalı Emperyalist milliyetçilik politikalarının etkisindeki “Klasik Türk Milliyetçiliği” anlayışı ile bağdaştırılamaz.
ATATÜRK’ün geliştirmiş olduğu ve dolayısıyla Kemalizm’in “milliyetçilik”e yaklaşımını diğer ideolojilerin milletçilik anlayışlarından ayıran “Çağdaş Türk Ulusçuluğu”, millet mefhumuna değil “Ulus” gerçeğine dayanır.
Çoğu kimse tarafından öyle sanıldığı yâda özelikle ATATÜRK’ün ölümünden sonra özellikle öyle gösterilmeye çalışıldığı gibi “Millet”le “Ulus” aynı anlama gelmez.
Dolayısıyla “Ulus”un, TDK tarafından “Millet” deyimini karşılamak üzere üretilmiş bir yeni deyim olup “Ulus = Millet” olduğu savı da doğru değildir.
Moğolca'dan dilimize bizzat Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kazandırılan "Ulus"un Moğol dilindeki anlamı; "Moğol imparatoruna (devletine) tabi olan halklar, kabileler (milletler) birliği" demektir. Buna göre "Türk Ulusu"nun tanımı; Türkiye Cumhuriyeti devletine bağlı halklar, milletler birliğidir. Yani bu tanımın anlamı, hani pek çoğumuzun bunu işittiğimizde ayağa fırladığımız ve öfke ile karşıladığımız; "Halkların kardeşliği" deyimi var ya! İşte bire-bir böyle bir birliği ve kardeşliği dile getirir.
Hal böyle olunca, ATATÜRK’ün, Emperyalist işgale karşı Kurtuluş Savaşımızı zaferle taçlandırarak Cumhuriyeti kuran “Anadolu Ahalisi”ni “Türk Ulusu” adı altında bir potada eritip birleştiren ve çağdaş, Laik-Demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşları olarak birbirine eşitlemenin ötesinde aynılaştıran bu yaklaşımına karşı bu gün Türkiye’de “Türk”ten öte bir ulusun varlığını iddia veya ifade eden her kim yâda hangi kurum veya kuruluş olursa olsun onların bu tutumu ulusumuzun birliğine, vatanımızın bölünmez bütünlüğüne karşı yapılan bir düşmanlıktan öte anlam taşımaz.
Nitekim Türkiye’de özellikle son 25-30 yıldır, her geçen yıl etkinliği artan bir şekilde sürdürülen bu düşmanlık günümüzde meyvelerini vermeye başlamıştır.
Vatanımız ve ulusumuz hızla telafisi mümkün olmayan bir iç savaş’a doğru sürükleniyor.
Emperyalizmin Türk Ulusunun dirliğini ve birliğini bozarak Türk Vatanını bölmekle ilgili neredeyse yüz yıllık hasletini nihayet gerçekleştirme aşamasına getirdiğini üzülerek söyleyebileceğimiz bu süreçte, yüz yıllar boyunca barış içerisinde bir arada yaşamış insanlar birbirine kırdırılmaya çalışılıyor. Vatan, Bayrak ve Hürriyet için Yemen’de, Galiçya’da, Kafkafya’da, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da omuz-omuza çarpışıp oluk-oluk kanlarını akıtmış aynı mezarlarda kefensiz kucak kucağa yatan dedelerin torunlarını birbirine boğdurulmaya çalışılıyor.
“Dahili ve Harici Düşmanlar”ımızın ulusumuzun birliğini ve dirliğini bozmaya yönelik sinsi planlarını birkaç on yıla yayarak sistemli bir şekilde –ne yazık ki- kısmen de olsa amaçlarına ulaştıkları bu noktada artık neredeyse kaçınılmaz hale gelmekte olan “o acı akıbet”le karşı karşıya kalmak, yani bu ülke de kardeş kanı dökülmesini istemiyorsak Türk Ulusu’nun varlığını borçlu olduğu ideolojiye/Kemalizm’e dört elle sarılmamız gerekmektedir.
Türkiye’yi tıpkı Kurtuluş Savaşımızdan sonra olduğu gibi yeniden ulusal birliğe kavuşturup, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü koruyabilmemizin bu ülkede Kemalist ideolojinin iktidarını ve mutlak egemenliğini sağlamaktan başka yolu yoktur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)